31 Mayıs 2010 Pazartesi

GÜNAYDIN RESTAURANT - ANKARA


Açılacak, açılıyor derken; Günaydın Restaurant nihayet Ankara’da açıldı. Steak House beklerken, karşımıza “Kebap House” konseptiyle çıktı. Ama, biz bu lezzeti de çok sevdik.

İstanbul’da 3 steak house, 1 burger house, 13 tane de köfte ve kebap şubesi olan Günaydın, Ankara’ya da kebap restoranlarından birini açtı ve Arjantin Caddesi, Attar Sokak’ta uzun süren çalışmalar sonunda eski Coconut’ın yerini aldı.

Güzel bir dış mekana, açık mutfağa yalnız biraz sıkışık bir iç mekana sahip. Gelen yoğun talebe bağlı olarak serviste zaman zaman aksamalar oluyor. Ancak, tek kusurunun bu olduğu söylenebilir.


Haydari, tulum peyniri, çiğ köfte, nar ekşili söğürme, bombay pilaki ile başlayıp; antep usulü patlıcan dolma, içli köfte ve lahmacun ile devam ediyoruz. Her biri olması gerektiği lezzette… Ancak, bunlar arasında özellikle çiğ köfte ve içli köfte favorilerimizden. Gavurdağ salatası ise çok başarılı. Geceye Anason miktarı azaltılmış bir Tekirdağ, Trakya serisi eşlik ediyor.

Bize önerilen “sıra kebap”a evet diyoruz. Sıra kebap; adana, piliç şiş ve kaburgadan oluşuyor. Fotoğrafların da açık seçik ifade ettiği üzere adana ve kaburga çok lezzetli. Sıra; adana, pirzola ve kaburga olarak da takip edilebilir.


“Sıra” sona erdiğinde bir yanda ciddi bir doyma hissi; diğer tarafta ise “sıra”yı tamamlayarak görevi başarıyla tamamlamış olmanın verdiği bir mutluluk var.

Sonda, ayva tatlısı, kabak tatlısı ve kaymaklı antep fıstıklı kadayıfı masada yerini alıyor. Hepsi çok lezzetli ama kadayıf ayrıca lezzetli. Mutlaka denenmesi gerekenlerden.


Meyve, çay, kahve ikramlarıyla gece bitiyor ve karşımıza fiyat-kalite ilişkisi bakımından çok makul bir hesap çıkıyor.

Fikir vermesi için; Gavurdağ salata 6.50 TL, antep patlıcan dolma 6 TL, haydari ve patlıcan söğürme 5 TL, adana, piliç şiş ve kaburganın her biri ortalama 15 TL, tatlılar ortalama 6 TL, 1 büyük Tekirdağ rakı 80 TL.

Özellikle hafta sonları için rezervasyon gerekli.

“Kebap”ı nezih bir ortamda ve adına layık lezzette yemek için mutlaka deneyiniz!

Günaydın Restaurant: Arjantin cad., Attar sok., No.6 GOP.

Tel: 466 76 66

23 Mayıs 2010 Pazar

BİZE NOSTALJİ; ÇOCUKLARA EĞLENCE


Çocukluğumuzun favorisi: Bremen Mızıkacıları…
Bir eşek, bir köpek, bir kedi ve bir horozun Bremen’e gidip orada müzisyenlik yapma arzularının hikayesi…

Bu hikayeyi Müjdat Gezen Sanat Merkezi (MSM) kadrosu oyuncuları çocuklar için bir müzikal olarak sahneye koyuyorlar. MSM tarafından sahnelenen bu dördüncü çocuk oyunu. Bundan önce sırasıyla Pinokyo, Şirinler, Sünger Bob’u oynamışlardı. (Blog’da da fotoğraflarıyla yer verilmişti).


Bu oyunda da, her zamanki gibi kostümler yine çok başarılı. Bir saate yakın süreyle gayet sıcak olan ortamda o kalın kostümlerle oynayabildikleri için her oyuncu ayrı ayrı tebriği hak ediyor. Ben çıkışta oyun süresince aralıksız ter döken “tavşan”ı bizzat tebrik ettim.


Tiyatroyu önden izlemek elbette daha keyifli oluyor. Bunun için biletlerin hafta içinde alınması önerilir. Oyun Cumartesi ve Pazar günleri saat 16.30’da sahneleniyor. Çıkışta oyuncular dışarıda çocukları selamlıyor ve fotoğraf çektiriyorlar. Çocuklar için gayet keyifli anlardan biri…


Merkezin temizliğine, düzenine, oyuncuların yeteneğine her gidişimde bir kez daha hayran kalıyorum. Çocuklara tiyatroyu sevdirmek bakımından gerçekten önemli.

Merkez’de çocuklara ve yetişkinlere yönelik verilen kurslar, sahnelenen oyunlar hakkında bilgi almak isterseniz:

Müjdat Gezen Sanat Merkezi: Panora AVM, Kat 2, Oran

Tel: 312 491 9907

http://www.ankaramsm.com/

Aşağıdaki de Müjdat Gezen’in güzel bir şiiri:

İlkelerin olacak
Seni satın alamayacaklar
Aptalların uydurduğu
Atasözlerine inanmayacaksın:
"Paranın satın alamayacağı şey yoktur."
"Herkesin fiyatı vardır."
Gibi sözlere kanmayacaksın
Onurunla, kimliğinle ve beyninle
Akıllı yaşayacaksın
Üreteceksin, seveceksin, sevileceksin
İnançlarının arkasında duracaksın
Sevgilerin karşılıksız, yardımların gizli olacak
Seni attan, ottan ayıran özelliğin farkına varacaksın
Çünkü sen insansın
Ve bunu yakaladığın gün
Bembeyaz yaşayacaksın.

20 Mayıs 2010 Perşembe

WAFFLE DURAKLARI - ANKARA


Ankara’da güzel waffle yapan yerlerin arayışındayız…

İlk durak: Waffle Corner… Çankaya, Turan Emeksiz Sokak’ta… Kim ne derse desin, gayet başarısız! Sunumuyla, lezzetiyle bir hayal kırıklığı… Oysa, küçük ama sevimli bir iç mekanı, önünde bahar için ideal bir terası var. Hem Tunalıhilmi, hem Filistin Caddesi’ne yakın olması da ciddi bir avantaj. İşletmenin tek spesiyalitesinin bu olmasının ve adının yarattığı beklentiyle waffle severler olarak daha lezzetli bir waffle isterdik…(Fiyatı 10 TL).


İkinci durak: Zıkkım WafflePanora AVM içinde, food court’un girişinde yer alıyor. Sunumu özensiz. Yoğun talepten kaynaklandığını düşünüyorum. Lezzeti ise ortalamada. (9 TL).

Üçüncü durak: Ab’bas Waffle. Bahçelievler 7. Cadde’de. Ab’bas Waffle’a ilişkin yorum ve fotoğraflara daha önce Nisan Ayı Notları içerisinde yer verilmişti. Burası, İstanbul Bebek’teki küçük dükkanıyla efsane olan Ab’bas’ın franchising ile Ankara’ya açılan bir şubesi. Malzeme seçenekleri diğer waffle yapan mekanlara kıyasla daha fazla. Örneğin, kestane ezmesi seçeneği ciddi bir lezzet farkı yaratıyor.

Servisi hızlı, işletmenin yeri güzel. Ancak lezzeti ortalamada. Belki, kestane ezmesiyle ortalamanın biraz üstüne çıktığı söylenebilir. (9 TL).


Son durak: Timboo Café. Panora AVM içinde, giriş katında… Kişisel favori buranın waffle’ı… Timboo Café’nin yemeklerine ilişkin yazı ve fotoğraflara da blogda yer verilmişti. Waffle da gerek sunumuyla, gerek tadıyla mükemmel. Bu lezzet, iyi bir waffle’ın sırrının kremasından ve hamurundan geçtiğini bir kez daha ispatlıyor.

Kötü bir hamurla ve vasat bir kremayla yola çıkılmış bir waffle’ın içine ne doldurursanız doldurun iyi bir sonuç elde etmek mümkün değil.


Timboo’nun waffle’ının hamuru çok taze ve hafif gevrek. Kreması ise lezzet olarak daha değişik ve daha bol. Dolayısıyla içinde tek başına muz bile harikalar yaratmaya yetiyor. (Fiyatı 11 TL).

Evde denenebilecek ideal bir tarife ise henüz rastlamadım. Bir waffle sever olarak her türlü tavsiyeye açık olduğum notunu düşmek isterim.


Bir waffle’ın ortalama kalorisinin 450 ilâ 600 arasında değiştiğini de belirterek bu yazıyı bitirelim.

Ama, iyi hazırlanmış bir lezzete bence bu kalori değer!

Not: Waffle'ın kökeni hakkında bilgi için lütfen aşağıdaki yorumlara bakınız!

19 Mayıs 2010 Çarşamba

ETRETAT NOTLARI - FRANSA


Bir süredir anlatmak istediğim bir yer var… Etretat

Fransa’nın Normandiya Bölgesi’nde yer alıyor. Paris’e uzaklığı sadece 181 km. Yani, 181 km sonra Paris’in o canlı kanlı, doludizgin hayatından kendinizi sakin, huzurlu bir ortama, dalga seslerinin arasına atma imkanına sahipsiniz.

Fransa'da tatil denince genellikle akla başta Côte d'Azur ve güney sahilleri akla gelir. Oysa kuzeyinde de, güneyinde olduğu kadar görülmeye değer çok sayıda şehir ve kasaba bulunur.




Etretat dünyaca ünlü bir yer. Ününü veren de falezleri… Bu falezler çok beyaz oluşlarıyla dikkati çekiyor. Yine de Korsika'da bulunan Bonifacio falezleri kadar beyaz değil.

Etretat falezlerinin üstünde yeşil bir örtü var. Bu yeşil örtü falezlerin bütün ihtişamını tamamlıyor. Falezlerin üstüne ulaşmak için zorlu bir çıkış yolu sizi bekliyor. Çıkınca, bütün Etretat ayaklarınızın altında... Bir yandan tertemiz bir havayı soluyor, diğer yandan da Manş denizini seyrediyorsunuz..

Burası Courbet, Monet, Offenbach, Massenet gibi büyük ressamlara; V. Hugo, A. Gide, G. de Maupassant, M. Leblanc gibi yazarlara da ilham vermiş bir yer. Yukarıdaki resim, Claude Monet'nin Etretat'da gün batımını konu alan 1883'te yaptığı bir yağlıboya çalışması.

Yazar Guy de Maupassant da çocukluğunun büyük bir bölümünü burada geçirmiş ve hatta “The Englishman of Etretat” adlı hikayesini burada başına gelen bir olaydan ilham alarak yazmış. Maupassant uzun yıllar yaşadığı Etretat’da Akdeniz stilinde bir villa yaptırmış ve bu villanın bulunduğu sokağa da Maupassant’ın adı verilmiş.


Genellikle Kuzey Fransa’da yaygın olduğu üzere, Etretat’da da konaklamak için tercih edilen yöntem bahçe içinde yer alan büyük villalarda oda kiralamak. Chambre d'hôte (okunuşuyla şambr d'ot) olarak bilinen bu odalar, Fransa'nın birçok bölgesinde büyük otellere en özgün alternatifi oluşturuyor.

Büyük bir villanın içinde herbiri ayrı konsepte sahip odalar var: Kiminin yatakları çok özel, kiminin banyosunda jakuzi var, kiminin manzarası muhteşem... Sabah kalkınca villadaki oda komşularınızla bahçede büyük bir masa etrafında birlikte kahvaltı ediyorsunuz. Masanıza tipik bir Fransız kahvaltısını oluşturan sıcak croissant'lar, tereyağ ve reçeller geliyor.

İngilizler artan şekilde Etretat'ya yerleşmekte. İşte, bu villaların işletmecileri de genellikle İngilizler oluyor. Yine iki İngiliz tarafından işletilen ve hem denize hem de şehir merkezine yakın oluşuyla tavsiye edilebilecek bir yer: Jardin Gorbeau (http://gorbeau.com/).


Etretat aynı zamanda balık restoranları ile de çok ünlü. Zaten deniz demek; balık demek, deniz ürünleri demek… Bu restoranlarda yer bulabilmek için çok önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Ya da saatlerce kapıda kuyruk bekliyorsunuz. Buna değer mi, elbette değer!


Yukarıdaki fotoğrafta görünen Fransız mutfağının olmazsa olmaz garnitürlerinden farce (okunuşuyla fars). Fars; sebze, hamur, balık, beyaz veya kırmızı etlerin içinin doldurulmasında kullanılabileceği gibi sadece tabak kenarı süslemesinde veya tek başına başlangıç olarak da kullanılabiliyor. Pişmiş veya çiğ ete baharat ilave edilerek hazırlanıyor. En çok yapılanı balıklı fars. Bunun dışında sebzeli veya etli fars da var. Sebzeli olanı daha hafif; buna karşılık etli olanı daha yağlı.


Balıklı fars, turna, mezgit, somon, kalkandan veya çipuradan hazırlanabiliyor. Çiğ balık eti önce tuz, beyaz biber ve hindistancevizi rendesiyle birlikte dövülüyor. 1 kg balık eti için 4 yumurta beyazı ilave ediliyor ve önce mikserden sonra da elekten geçiriliyor. Karışım bir güveç içine konulup, tahta spatula ile inceltiliyor ve en az iki saat buzdolabında soğutuluyor. Bundan sonraki işlem önemli: Güveç, içi buz dolu bir leğen içine konup, 1 litre krema yavaş yavaş ilave ediliyor. Bununla son halini alan fars servis edilene kadar yine buzdolabında tutuluyor.


Etretat hakkında daha fazla bilgi için: http://www.etretat.net/ adresine bakabilirsiniz.


İyi seyirler!

13 Mayıs 2010 Perşembe

”AFTER EIGHT” ALIR MIYDINIZ?


Akşam sekizden sonra, bitter çikolata arası naneyle buluşuyoruz.

Çocukluğumuzun geleneksel bir lezzeti olmasa da; bir şekilde aşina olduğumuz bir tattır After Eight… Çocukluk evinin çekmece ve dolaplarının en değerli hazinesiyken; şimdilerde duty-free mağazası çıkışlarının olmazsa olmazına dönüşmüştür.


İlk olarak Rowntree firması tarafından 1962 yılında üretiliyor, sonradan Nestlé firması tarafından satın alınıyor. Orjinal hali; sütsüz, siyah çikolata arası naneli olanı… 2007 yılında Nestlé firmasının sütün yağını üretimde kullanmasıyla birlikte, artık süt de içeren bir çikolataya dönüşüyor. Bir süre sonra, tamamen sütlü çikolata arası naneli olanları, beyaz çikolatalısı ve portakallısı da üretilmeye başlanıyor. Yılda yaklaşık 1 milyar adet After Eight dilimi üretiliyor.


Üretildiği anda oldukça sert ve kuru olan After Eight dilimleri, üretimden üç gün sonra nane içindeki sakkarozun etkisiyle yumuşuyor ve çikolatanın içindeki o ağızda eriyen kıvamı veriyor.

After Eight adı, sabah 8’den sonrasını değil; akşam yemeğine atıfla, akşam 8’den sonrasını kastederek konmuş. O ince naneli çikolata dilimi, sade kahveyle akşam yemeklerinden sonra nefis bir ikili oluşturuyor.


Her damak tadına hitap etmez bu çikolata... Seven çok sever; sevmeyen hiç sevmez. Ortası yoktur. Ancak, zerafetiyle, inceliğiyle, görüntüsüyle diğer çikolatalara da hiç benzemez; bunda herkes hemfikirdir.


Önce çikolatayla, nane tadı gelir ağzınıza… Sonrasında nane tadı giderek keskinleşir ve yerini ağızda hoş bir aromaya bırakır...

11 Mayıs 2010 Salı

UZAKDOĞU YEMEKLERİ KURSU – QUICK CHINA


Bu yazı daha önce blogda genel hatlarıyla kısaca yazılmıştı. Şimdi daha detaylı şekliyle ve kurs esnasında çekilen fotoğraflarla birlikte... Buyurunuz…


Quick China’nın Ankara, Gaziosmanpaşa şubesi Çin, Tayland ve Japon mutfağına temel bir giriş için toplam 20 saatten oluşan bir yemek kursu veriyor. 20 saatin 10 saati Çin mutfağına, 2.5 saati doğrama tekniklerine, 2.5 saati Thai mutfağına, 2.5 saati Japon mutfağına ve 2.5 saati de sushi yapımına ayrılmış.


Kurs, haftada 2 gün 5 saat olmak üzere, toplam 4 haftadan oluşuyor.


Gruplar 8-10 kişilik. Grup ne kadar homojen olursa, dersler o kadar eğlenceli geçiyor.


Çin mutfağından yaklaşık 18; Thai ve Japon mutfağından ise 4’er çeşit yemek yapılıyor.


Yapılan yemekler arasında neler var derseniz… Çin mutfağından yapılanlara örnek olarak; acılı tavuk salatası, shanghai tavuk, deniz mahsülleri çorbası, buharda mantı verilebilir. Thai mutfağından köri soslu fesleğenli dana eti, yam talay (deniz ürünleri salatası); Japon mutfağından da Tori Kare Age (zencefilli tavuk), tempura moriawase (yağda kızarmış sebze ve karides) akılda kalanlardan…


En sonda ise yine Japon mutfağından sushi yapımı dersleri var. Bir de yine, -vakit kaldığı takdirde- öğrenmeyi istediğiniz bir yemeğin yapılmasını talep edebiliyorsunuz. Biz bu tercihi Moğol işi tavuktan yana kullanmıştık.


Her kursiyer her yemeği orada yapıyor. Üstelik yapılan her yemeği de orada yiyor.


Bu yemeklerin ev mutfağında denenmesinin ise mutfağın genel çehresinde ciddi bir değişime neden olduğu notunu düşmek gerek. Yemek malzemelerinin hazırlanması süreci uzun, yapım süreci gayet kısa. Buna paralel bir yaklaşımla da mutfağın dağılma süreci gayet kısa, toplanma süreci de gayet uzun.


Bu nedenlerle, “hadi bu akşama da Yaki Meşi yapayım” modu oluşmuyor. Ancak, hafızaya ve yemek dosyasına kaydedilen bilgilerin gerektiği zaman ve gerektiği yerde çıkabileceği inancı var.


Bunun ötesinde, kurs temel ve orta düzeydeki genel mutfak bilgilerinin geliştirilmesi açısından gayet faydalı. Et ve sebze doğrama tekniklerini, sosların hazırlanmasını, et terbiye yöntemlerini, baharatların birbiri arasındaki uyumunu öğrenmek size sadece Uzakdoğu yemekleri yapımıyla sınırlı değil; her tür yemek yapımı için bir perspektif kazandırıyor.


Vaktiniz varsa, gitmeye değer!


Quick China: Uğur Mumcunun Sokağı, No.64, GOP – Ankara

Tel: 312 437 0303

9 Mayıs 2010 Pazar

MEZZALUNA - ANKARA


Son dönemin en keyifli akşamlarından biri… İran Caddesi’ndeki Mezzaluna’dayız. Mezzaluna İtalyanca’da “yarım ay” anlamına geliyor.

Bir İtalyan restoranı olan Mezzaluna’nın Amerikan menşeli olması aslında gayet ilginç sayılabilir. Mezzaluna ilk olarak Milanolu bir işadamı ile Floransalı bir mimar tarafından 1984 yılında New York’ta açılıyor. Daha sonra Amerika’da çeşitli şehirlere genişliyor. 1995 yılında da Amerika dışında ilk kez Türkiye’de açılıyor. Halihazırda Türkiye’de 6’sı İstanbul’da, 3’ü İzmir’de ve 2’si Ankara’da olmak üzere toplam 11 şubesi var.

Başdöndürücü (biraz da kafa karıştırıcı) menüsü, keyifli ortamı ve süper lezzetli yemekleriyle kuşkusuz Ankara restoranları kategorisinde en iyilerden… Menüde sırasıyla başlangıçlar (antipasti), salatalar, pasta (makarnalar), ızgaralar, risotto, pizzalar ve tatlılar bulunuyor.

Denenen lezzetlere gelince…


İlk sırada, karides, elma, avokado, kuru üzüm, kereviz sapı, domates ve yeşilliklerden oluşan ve üstüne limon suyu eklenmiş Cioppatina salatası var. Farklı tatlar arasında süper bir uyum yakalanmış. Grano salatası da bir başka örnek: Roka, elma, portakal, kuru kayısı, nar ve buğdaydan oluşan salata gayet hafif ve gayet lezzetli. Rokayla kuru kayısının enteresan bir buluşması!


Mezzaluna’nın özellikle pizzalarıyla yaptığı ünün nedeni ancak yiyerek anlaşılabilir. Parma jambonu, domates, roka, fontina peyniri ve mozzarella içeren Pizza Bianca kişisel favorilerden. İnce hamuruyla denemeye değer bir lezzet.


Gorgonzola soslu bonfilenin de sosu özellikle başarılı. Bonfilenin de pişme derecesi ve lezzeti yerindeydi.


Denenenler arasında, füme somonlu, votka ve domatesli krema soslu Farfalle de var. Gayet lezzetli.

Bütün bunlara Kavaklıdere Egeo kırmızı şarabı eşlik ediyor. Egeo’yu bu ilk deneme… Halihazırda fiyat / kalite açısından en uygun şaraplardan biri olduğu kuşkusuz.


Tiramisu ve çikolata soslu profiterol Bigne ile gece bitiyor. Tadı damağımızda…


Limoncello’yu atlamamak gerek… Pizzadan sonra bence gecenin en başdöndürücü unsuruydu. Hem mecazi, hem de gerçek anlamıyla elbette! Limoncello, %30 alkol oranına sahip digestive amaçla alınan bir limon likörü. Üstteki fotoğraf Mezzaluna’da ikram edilen limoncelloya ait değil. Mezzaluna’daki limoncello shot bardakta ikram ediliyor. Kahve eşliğinde yemeğinize güzel bir final için..


Fiyatlar ortalamanın üstünde sayılabilir. Porsiyonlar da büyük değil. Ancak fiyat / kalite ilişkisi bakımından buna değer. Üstte bahsedilen yemekler ve bir Kavaklıdere Egeo dahil toplam 222 TL ödüyoruz.


Mezzaluna’nın sokağa bakan güzel bir terası var. İçerisi, dışarısı aslında hiç farketmiyor. Çok keyifliydi. Türkiye’den ayrılınca en özlemle hatırlayacağım gecelerden biri olacak kuşkusuz!

Mezzaluna: İran Cad. Turan Emeksiz Sok. No:1 GOP Ankara ; Tel: 0 312 467 58 19; Paket Servis: 0 312 426 74 35

Ankuva Alışveriş Merkezi No:2 Bilkent Ankara,  Tel: 0 312 266 13 59, Paket Servis: 0 312 266 11 62

6 Mayıs 2010 Perşembe

KIVILCIM ANI - THE TIPPING POINT




Tipping Point veya Türkçe başlığıyla Kıvılcım Anı Malcolm Gladwell’in bundan tam 10 yıl önce yayımlanan ilk kitabı.


Gladwell’in, alt başlığını oluşturan “küçük şeyler nasıl büyük fark yaratır” (how little things can make a big difference) düşüncesinden hareketle kaleme aldığı kitap, aslında basit ve ilgi çekici bir soruya yanıt arıyor: Neden bazı fikirler, ürünler, markalar, davranışlar veya olaylar aniden tepe noktasına ulaşırlar?



Herhangi bir kitabı, herhangi bir müzik türünü, herhangi bir ayakkabı markasını veya New York şehrindeki suç oranının azalması gibi toplumsal bir olayı özel kılan, zirveye taşıyan unsurlar hangileridir?



Tanıklık ettiğimiz trendler tamamen tesadüflerin veya pazarlama şirketlerinin dehasının ürünü müdür; yoksa bir düşünceyi, ürünü veya davranışı tepe noktasına taşıyan bazı objektif kurallar ve koşullar var mıdır?



Tipping Point, Gladwell’in artık alışık olduğumuz ampirik bakış açısıyla kaleme alınmış.



Fikirlerin, ürünlerin ve toplumsal olayların da aslında salgın hastalıklar gibi yayıldığını savunan Malcolm Gladwell, birbiriyle bağlantısız duran birçok somut örnekten ve araştırmadan yola çıkarak, Kıvılcım Anı’nı mümkün kılan yasaları araştırıyor ve sistemleştiriyor.



Aslında, kitabı farklı şekillerde okumak mümkün. Sadece hedefe yönelik okursanız, yani tek amacımız Kıvılcım Anı’nın yasalarını keşfedip, mesela blogunuza dünya çapında şöhret kazandırmakla sınırlıysa, bazı bölümleri ve açıklamaları gereksiz, konu dışı ve uzun bulabilirsiniz. Eleştirmenler tarafından bu bölümler genel olarak “dipping point” diye adlandırılıyor.



Ama, amacınız, okumaktan ve öğrenmekten keyif almak ise, Tipping Point ana temasıyla birlikte aslında biraz da ilginç bilgiler ve toplumsal trendler cep ansiklopedisi işlevi görüyor.



Gayet düzgün ailelerden gelmiş parlak üniversite öğrencilerinin birkaç günlük basit bir deney çerçevesinde nasıl zalim hapishane gardiyanlarına dönüşebildiklerini, şehir içi telefon numaralarının neden yedi rakamdan oluştuğunu veya iyi bir araba satıcısının sahip olması gereken özellikleri öğreniyorsunuz. Çevrenizde, tavsiye ettikleri restoranlara mutlaka gittiğiniz, önerdikleri blogları mutlaka okudunuz connector’lar, tüm promosyonları kuruşu kuruşuna takip eden maven’lar ve hiç aklınızda yokken bile kazanlı ütü almanıza sebep olan salesman’ler aramaya başlıyorsunuz.



Örneğin kitabı okudukça, beş yaşındaki çocuğunuzun neden ısrarla aynı Sponge Bob bölümlerini izleyip durduğunu, çizgi filmlerdeki her sevdiği sahne başlamadan önce neden evin içinde çığlık atarak “Anne, Baba” diye koşuşturduğunu, çocukların aynı zamanda hem televizyon izleyip, hem de oyun oynamayı nasıl başardıklarını anlıyorsunuz.



Kısacası, her gün gördüğünüz insanlara ve yaşadığınız olaylara farklı bir pencereden bakıyorsunuz. Okursanız, mutlaka keyif alacaksınız.    Tavsiye edilir!