15 Eylül 2011 Perşembe

Okuyucu'dan Tunus Notları


Road trip öykümü -yol üstünde olmayan- Tunus ile kesiyorum. 

Sevgili okuyucum Arzu Şenel'den gelen, Tunus'a ilişkin gözlemleri öyle çok beğendim ki, sizlerle de paylaşmak istedim. Yazı ve fotoğraflar kendisine aittir. Keyifli okumalar...





Tunus enteresan bir yermiş...


Aslında pek ne beklediğimi bilmeden gittim. Senin blogun rehberlik etti diyebilirim. 


Hibrit bir kültür ya da kültürler karmaşası buldum orada. Gittiğimizde 2 gün ramazan ayına denk geldi ve kimsecikler yoktu meydanda, yabancı turistlerden başka.. 

Biz direkt Hammamet'e gittik. Akşam yaptığımız kıyı yürüyüşünde de kimseler yoktu. Anladık ki Medina için tersten yürümüşüz, iç yol daha kalabalıkmış. Ama en çok onca turizm yatırımının boşuna mı yapıldığını konuşup durduk aramızda, her yer karanlık ve boştu… 

Ama ne zaman ki ay izin verdi ve bayram oldu, sokaklar doldu taştı.. Yerel halk bana kısmen hoş gelse de arkadaşım daha negatifti durumla ilgili... O, Tunus Tunuslular olmadan daha güzel diyordu.

Tatilin denizli kısmında değişik bir yosun tipiyle karşılaştık. Kıl yumağı gibi simsiyah bir tip… Dalgıç olduktan sonra yosunlarla barışmış olan ben bile temastan kaçındım. 

Ama suyunun farklılığı hoşuma gitti… Bir çok açıdan bizim Egemize ve Akdenizimize benzer özellikler vardı… Zeytin ağaçları, üzüm asmaları, mavi/beyaz renkler egeyi hatırlatırken.. Denizi, kumu, uzun sahili otellerin dizilişi Akdeniz'de gibi hissettiriyordu…

Şehir bambaşkaydı tabii… Büyük caddenin sonundaki daracık pazar tam istediğim mistiklikteydi… ah bir de satıcılar satmaya fazla istekli olmasalar rahatça dolaşıp istenilene bakılabilse daha huzurlu olunabilirdi ama buna pek izin vermediler iki Medina'da da… Yine de hoş ve minik parçalarla geri döndüm Ankara'ya…



Tunus kapılarına aşık oldum ben… O kadar çok fotoğraflamışım ki bir sergi çıkar… Mavisini çok sevdim… 

Bir akşam Tuareg diye anlatılan simsiyah kıyafetinin altından sadece sürmeli gözleriyle karşılaştığım o adam içime baktı sanki, çok acayipti…

Fıstıklı çayını ve acı biberlerini ve o biberin içine konduğu çorbalarını sevdim ama, yemeklerini pek sevmedim… Otelde yemekler lezzetli ve  güzeldi sorun yaşamadık hiç. Kocaman cam şişedeki kolası da favorim oldu. Kahvaltı favorim de bütün meyvelerden yapılmış bir püre idi, görüntü çok hoş değildi ama ben hayatımı o meyve püreleriyle geçirebilirim. Bahsettiğim o karmaşa kruvasanla sütlü ve kuru üzümlü pirinç lapasının yan yana durması gibi… 78 yıl Fransa etkisiyle alışkanlıklar karışmış, yeni alışkanlıklar edinilmiş… 

Coğrafi olarak da denizden 60 km uzakta Sicilya adasına yakınlığını oradayken farkettim… Pizza kültürünün gelmesi normalmiş…

Mesela Hammamet'te dışarıdan büyük bir süpermarket olarak görünen ama içi mahalle bakkalını aratmayan yer de şaşırttı beni... Yabancı bir ülkeye gittiysem marketine girer lokal markalar varsa alırım, arkadaşım da benimle dalga geçer çoğunlukla. Burada da öyle oldu limon ve kakao yağlı bir vücut kremi, acı biber salçası, yaseminli sakız ve meyve suyu aldım.. Yaseminli sakızı kimse beğenmedi ben çok sevdim.




Kocası Türk olan tatlı bir rehberimiz vardı o ilk andan itibaren pazarlık konusunda bizi uyardı. Mısır tecrübemden dolayı da kül yutmayacağımı düşünüyordum ama ilk kazığı ilk gün sahilde yedik.

Meyve sepeti kolunda bukalemunu elinde bir satıcı sempatik bir şekilde yaklaştı. Aklımda kaktüs meyvesi yemek vardı zaten. Bukalemun da çok ilgimizi çekince Tunuslu amca soymaya başladı meyveyi ve tabi biz de yemeye… Yenmiş meyvenin pazarlığı olamayacağından 6 tanesine 30 dinar verdik. Sonra markette gördük gerçekleri…

Bardo mozaik müzesindeki eserler çok hoştu… Bir kısmı tadilat altındaydı ama biz çok ilgili bakınca görevli ben ve arkadaşımı kapalı kısımlarda da dolaştırdı. O tavanı görmesem üzülürdüm gerçekten… Müzede de dikkatimi çeken yerdeki mozaiklerin üzerinde rahatça dolaşabiliyor olmamızdı… Henüz korumaları gerektiğini akıl edememişler.



Kartaca etkileyiciydi, ama o gün cehennemi bir sıcak vardı.. Kalıntıların arasında istediğim kadar kalamadım… Sidi bou Said'e de aynı gün gidildi ve çok sıcaktı.. Şaban'ın kahvesinde içtik fıstıklı çayı.. Ama limonlu pasta nerdedir diye bakamadık bile.. 

Bir de tuvalet kısmındaki taharet musluğu yerine geliştirdikleri hortum çok akılcıydı bence.

Geçenlerde Ece Temelkuran bir köşe yazısı yazmış ve kötülemiş Tunus'u… Hiç katılmadım kendisine. 

Çok fotoğraf çektim. Çok zevkliydi. Dönüşte bir arkadaşım, "Yunan Adasındaydım desen, inanırdım" dedi. Ben sevdim Tunus'u... 


İlgili Yazılar: 

http://blog-decalagehoraire.blogspot.com/2010/08/tunus-notlari.html

http://blog-decalagehoraire.blogspot.com/2011/01/tunusta-neler-oluyor.html